Ispartalı Gazi Mehmet Atılgan, kahramanlık hikayesini okuyucularımız ile paylaştı. İlk mermiyi yediği andan itibaren, ölümle yaşam arasındaki çizgiyi anlatan Atılgan, ‘Eğirdir Dağ Komando Okulundaki Eğitimim Olmasaydı, Şehadet Şerbetini İçmiştim’ dedi. Uyusaydım, şehit olacaktım diyen Mehmet Atılgan, ‘Sadece O Dayanılmaz Acı Beni Uyanık Tuttu’ dedi.
1986 yılında Şarkikaraağaç’ın Çiçekpınar Kasabası’nda dünyaya gelen Mehmet Atılgan bizlere askerlik sürecinden bahsetti. 2008 senesinde askerliğini bitirmesinin ardından Eğirdir Dağ Komando Okulu’nda 3 aylık komanda kursunun akabinde Hakkari Yüksekova’ya Uzman Çavuş rütbesi ile tayini çıkan Mehmet Atılgan, Eğirdir Dağ Komando Okulunun önemini anlatarak röportaja başladı.
“EĞİRDİR’DEKİ EĞİTİMLER OLMASAYDI ŞEHADET ŞERBETİNİ İÇMİŞTİM”
İşte o kahramanlık destanının serüveni: “Şarkikaraağaçlı olarak Isparta’dan dönerken yol üzerinden birçok kez Eğirdir’den geçme imkanım oldu. Eğirdir Dağ Komando Okulunda nasıl bir eğitim verildiğini içerisine girince anladım. Ispartalıyız, Şarkikaraağaçlıyız ama Eğirdir’in ne olduğunu bir askeri gözle bakamadığın taktirde normal bir vatandaş olarak göremiyorsun. Hayati idame, askeri eğitimler gerçekten yaşam üzerine ve terörle mücadeleyle birebir verilen bir eğitim söz konusu. Şöyle toparlayayım oradaki aldığım eğitimler olmasaydı ben şu anda şehadet şerbetini içmiştim. Çok yoğun çok disiplinli ve üç ay gibi kısa bir sürede kesinlikle ve kesinlikle tam bir komando olarak Eğirdir Dağ Komando okulundan bir asker mezun oluyor bunu canı gönülden söyleyebilirim.
“BİZ TUGAYDAYIZ, GÜVENDEYİZ DERKEN EVİMİZDE BİLE GÜVENDE DEĞİLDİK”
Hakkari Yüksekova’ya gittiğimde dönem, 2008 yılı Kasım ayı ve hiç Hakkari bölgesine gitmedim. Şahsi düşüncemle dağlık bölge, taşra gibi çok farklı bir yere girdim. Gerek Van olsun, gerek Yüksekova olsun, gerek Hakkari olsun gerçekten kültürel faaliyetleri ve insanların yaşantıları bize çok aykırıydı. Çarşıya çıktığımızda kesinlikle asker olduğumuzu belli etmemek için mücadele veriyoruz ve ne zaman, nereden, nasıl bir tehlike gelebileceğini kesinlikle bilemiyorsunuz. Öyle bir psikoloji ki tamam iyileri de var elbet, beş parmağın beşi de tabi ki bir değil. Tabiri caizse çarşıda da kelle koltuktaydık. Tugay’da da kelle koltuktaydık. Çünkü tugayın karşısında binalar vardı ve ben oraya gittiğimde bize anlatıyorlardı. Metruk binalardan roket ile saldırı yapıyorlar Tugayın içerisine diye ifade ediyorlardı. Biz Tugaydayız, güvendeyiz derken bile evimizde güvende değildik. Bu söylediklerimi o dönemler için kastediyorum. Şu anda her şey değişmiş olabilir.
“YETMİŞ TANE ASKER TERHİS ALDI YETMİŞ TANE UZMAN ÇAVUŞ GÖREV BAŞLADI”
İki sene Yüksekova’da görev yaptım bir fiil. İlk profesyonel ordunun, yani uzman çavuşlar, astsubay ve subaydan oluşan birliklerin ilk yapıldığı senelere denk geliyor. Asker bölükten birebir terhis oldu. Yaklaşık yetmiş tane asker vardı ve biz de yetmiş tane uzman çavuş olarak birliğe gittik. Yetmiş tane asker terhis aldı, yetmiş tane uzman çavuş orduda göreve başladı. Yine söylüyorum o dönemi kastederek, biz oraya uzman çavuş rütbesiyle gidip askerlik yaptık. O günkü şartlardaki askerin yattığı yatakta yattık, askerin kumanyasından, yemekhanesinden yemek yedik. Yani rütbeli olmamın bir faydasını ben o dönemde göremedim. Sonraki yıllarda kanunlar değişti. Uzman çavuşların hakları bir nebzede olsa rahatlatıldı.
“HİÇ BEKLEMEDİĞİMİZ YERDEN VURULDUK”
Görev yaptığım bölgede arazi çok dağlık, gerçek anlamda dağlık olup Yüksekova’nın haricinde belli başlı yaylalar var. Görevimiz şu şekildeydi; akşam gün batar, gideceğimiz güzergah belirlenir, ta ki güneş batana kadar. Her gün bu şartlarda akşam olur ve biz sabaha kadar yol yürürdük. Askeri araçlarla veya askeri helikopterlerle bizim hareketimiz çok nadirdi. Ama iki senemin bu şekilde geçtiğini söyleyebilirim. Biz bu bölgede birlik olarak görev yaparken, başka bir bölgede birlikte aynı şekilde faaliyet yapıyordu. Amacımız o bölgedeki terör unsurlarının hareketlerini kısıtlamak. Çatışmaya girdiğim bölge tabiri caizse sürekli yol emniyeti aldığımız üç tane mezra. Mezra dediğim köyden daha küçük bir yer. Yaklaşık yirmi, yirmi beş haneli üç tane mezranın hemen yanında Kamışlı köyü karakolu Domuz tepe eteği.
Ben ve silah arkadaşlarım bu bölgeyi kendimizce piknik yeri olarak adlandırmıştık. Neden böyle diyorduk derseniz, sürekli bu mezralarda kumanya ikmali yapıyorduk üç günde bir. Standart rutin olarak yaptığımız görevler o köyün muhtarıyla vatandaşlarıyla kahvedeki oturan insanıyla haşır neşirdik. Çocuklarla da aramız çok iyiydi. Kumanya ikmali geldiğinde tatlılar, gofretler gelirdi ve biz de çocukları sevindirmek için bu yiyecekleri onlara verirdik. O kadar samimiydik yani. Hiç beklemediğimiz yerden vurulduk. Yine üç günlük bir yol emniyeti görevine çıktık. Bölük komutanlarımız ve kol komutanlarımızın tayin görevi ve son görevleriydi. Yani Türkiye geneli tayin dönemiydi. Ve bu dönemler askeriyenin zaaflı olduğu dönemlerdir. Allah’tan bizim komutanımız bölgeye hakim biri olarak o dönem geç gitmek istedi ve bizim başımızda durdu. Üçüncü günün sonunda bu bahsetmiş olduğum mezralardan kamışlı karakoluna yaklaşık mesafesi 150 metre. Mezradan, duvar diplerinden, balkonlardan bir anda karakola baskın yapıldı. Birebir baskın değildi, sadece kendilerini gizleyerek roketle zaiyat verdirmeye çalıştılar. Biz de bahsetmiş olduğum köyün üzerindeki domuz tepe yamacındayız. Kumanyamız bitti, son görevimiz. Biz o çatışma olmasaydı yarım saat sonra araçlarımıza binip birliğimize gidip yeni görev bekleyecektik. Kumanyamız bitti, suyumuz bitti ve biz orada kaldık. Bize gelen talimat Kamışlı karakoluna ivedilikle intikal edilecek ve kamışlı karakolu emniyete alınacak. Yirmi, yirmi beş asker beş tanede varsa rütbeli vardır. Yol emniyeti karakolu yani. Biz yüz kişilik bir komando bölüğüyüz ve sürekli terörle mücadele olduğumuz için onlar sabit. Bize aç, susuz kal denildi ve biz bir gün aç, susuz kaldık. Bu aç, susuz kaldığımızda açlık önemli değil.
Yaralandığım tarih Temmuz ayının beşi ve Yüksekova’da da bir iklim var yazı tam yaz, kış tam kış. Dere var, dereden biz su ikmali yaptık. Bu su ikmalini yaparken etrafımızda bizi gözetleyen terör unsurları bizi asker bölüğü zannetmiş, acemi birliği olarak görmüş ve kesinlikle biz bu bölüğü o akşam basacağız. Herkesi şehit edip, bölük komutanını teslim alacağız ve buraya PKK bayrağını dikeceğiz. Bize gelen bilgiler bu yöndeydi.
Çatışmaya girdiğimiz kişi o dönemin Hakkari sorumlusu. Yaklaşık biz yüz kişilik bölüktük ve karşımızda da yaklaşık altmış, yetmiş kişilik PKK unsuru etrafımızı çepeçevre sarmış.
“GELELİM EĞİRDİR’DEKİ ALDIĞIM EĞİTİMLERİN BİR AŞAMASINA, DİNLEME VE GÖZETLEME…”
Bahsetmiştim ya piknik yeri olarak adlandırdığımız bölgedeki hareketliliği biliyoruz. Etrafımızda on koyun, başında beş adam. Onun biraz ilerisinde yirmi koyun başında dört adam. Afaki bir şekilde değişik bir hareketlilik. Yani biz çepeçevre sarılıyoruz, gündüzden gözetleniyoruz. En azından biz böyle düşündük ve gerçekten de böyleymiş. Çoban kılığında arazilere yayılarak gündüzden pusuya yatmışlar. Astsubay ve subaydan oluşan uzman çavuş birliği olduğumuz için biz kendi düşünce ve duygularımızı gördüğümüz tehlikeleri silsile yoluyla bölük komutanlarımıza iletiriz. Gözetleme yaparken bu durumu ilettik, abes bir şeyler var bunlar köylü kılığında hiç olmayan şekilde bir hareketlilikleri var ve çepeçevre sarıldığımızı düşündük dedik. Bölük komutanımız da bu durumu değerlendirdi.
İnsansız hava aracı geldi ve gözetlemeyi yaptı. Bölük komutanının telsizden birliğine, üstlerine söylediğinde köylülerin rutin halinin olduğunu söylediler. Ama bizim gördüğümüz rutin halleri değildi. Biz yine de kendi tedbirimizi kendimiz aldık.
Mezraların arasından geçip karakola gidecekmişiz gibi bir izlenim verdik. Zira arka taraf mayınlı bölge. Kendimizi riske atmamak için mayınlı bölgeden geçmeyeceğimizi biliyorlar ve geçemeyeceğimizi düşünüyor PKK unsurları.
Onların düşüncelerine göre kesinlikle dere yatağından gidecekler, bu mezraların arasından geçecekler ve köylülerle haşır neşir olduğumuzu biliyorlar. Bu esnada bizim Hakimtepe’den dere yatağına ineceğiz ve onlar Hakimtepe’de kaldığı için biz bir şeyler yapamayacağız. Ve amaçlarına ulaşacaklar.
“GÜN BATMADAN ÖNCE DERE YATAĞINA İNECEKMİŞİZ GİBİ İZLENİM VERDİK”
Gün batmadan önce biz bu izlenimi onlara verdik. Biz dere yatağına yöneldik ve hava karardı. Biz birbirimizi görmemeye başladık. Bölükte dört tane dedektörcü vardı ve bir tanesi de bendim. Komutanımız bana güvenirdi, beni bilinçli olarak gördüğü ve bu mayınlı bölgeden geçeceğimizi karakolun emniyetini alacağımızı söyledi. Bölük komutanı hava karardıktan sonra kalk talimatını verdi ben koşar adım u şeklinde girdiğimiz pusudan hava karardığı için ters istikamete yöneldiğimiz için Hakimtepe’ye doğru çıkıyoruz. Hakimtepe’de de bixi terör unsuru var iki kişilik. Onlar tepeci olarak adlandırılıyorlar ve baskı atışı yaparlar. Bunlar beni gördükleri zaman şaşırdılar. Beş metre sağ çaprazımda tepeye ilk ben tırmandığımda onlarla göz göze geldim. İkimizde şaşırdık ama o çok değişik bir çığlık attı ve hemen beni orada taradılar.
İlk attıkları mermi arkamdaki arkadaşa geldi. Onun sebebi ise ben dedektörcüyüm ve dedektörün kabloları var. Ben silah kullanacak hakimiyette değilim. Tam arkamdaki arkadaşımın görevi de beni korumak. Ben bölüğün mayınından sorumluyken, o arkadaşımın görevi de benim koruyuculuğumu yapmak. Bunu bildikleri için ilk mermiyi arkamdaki arkadaşıma attılar. Ben de mermi geldiği için o an kendimi arkaya attım. Biz ip düzeninde yaklaşıl yüz kişi beşer onar metre aralıklarla hareket ediyoruz. Arkamda olan arkadaşım Yalçın yaralandı, ben düştüm. Üçüncü adamımız ise kol komutanı, teğmen. Çatışma çıkmaya başlayınca üçüncü adamdan itibaren kol bölüğümüz çepeçevre emniyet alır ve görev dağılımı yapılır. Bu esnada arkamızdaki terör unsurları da biz U düzeninden çıktıktan sonra afallamışlar. Kol komutanım ve arkadaşlarım sayesinde iki terörist etkisiz hale getirildi. Ama onlar gelinceye kadar bizim Yalçın ile beraber yaşadıklarımız kısa ama unutamadığım, hayatımın geri kalanında bununla yaşayacağım anılarım oldu. Yalçın yaralandı biliyorum ama arkamda göremiyorum. Sesi kesildi, göğsünden almış olduğu yaradan dolayı ağzından ve burnundan kanlar gelmeye başlamış. Ben bu esnada sağ bacağımdan ve sol kalçamdan yaralanmışım, el bombaları etrafımda patlıyor ama yere yapışık olduğum için pek fazla zaiyatım olmadı diye düşünürken, son el bombası patladığından olan oldu. Yalçın bağırıyor, o bağırdığında kardeşim yerin belli olacak bağırma diyorum sanki ben bunu derken benim yerim belli olmayacak. O an dile getirmeyeceğimiz duygu fırtınaları yaşadık. Onun sesi gitgide kötüye gidiyordu. Aldığım eğitim geldi o sırada aklıma, yarım metrede olsa düştüğüm yerde kalmamak. Yarım metre bile olsa bölge değişikliği yapmak. Çantamı çıkardım, çelik başlığımı ve dedektörümü çıkardım. Hafif bir dönüşümle bölge değişikliğini yapmış oldum. Bacaklarımda hisler kayboldu, sağ bacağımdan yakın mesafe bixi mermisi girip çıkmış. Sol kalçamdan keleş mermisi girmiş çıkmış. Yaşadığım his kaybından dolayı emin olamıyorum. Zaten ateşli silah yaralanması kesimlikle o anda hiçbir şey hissetmezsin ama o an vücudunda değişik bir şeyler olduğun bilirsin. Yattığım yerden elimle uzanabildiğim kadar uzandım ve bacaklarımın varlığından emin olmak istedim. Bu teröristler benim önümde birliğim arkamda. Bir şekilde silahımı elime alıp harekette görsem, seste duysam önümdeki kişiyi etkisiz hale getirmem gerek diye düşündüm.
“ÖLÜMLE YAŞAM ARASINDA BİR ÇİZGİDEYDİM”
Vücudumdaki en yüksek yer o an kolum oldu silah kabzasını tutayım derken ve el bombası bir iki metre sol çaprazımda patladı. Vücudumdaki en yüksek yer kolum olduğu için kolum, bilek ve dirsek arasında parçalandı. Kolum yerine teröristler nerede diye başımı kaldırmış olsam o şarapnel parçası başıma gelecekti ve geri dönüşü kesin olmayacaktı. O an şok esnasında hayatım bir film şeridi gibi geçti.
O dönem yirmi altı yaşındaydım ve bütün hayatım bir dakika içerisine sığdı. Boşluktasın, araftasın. Sanki ölümle yaşam arasında bir çizgide gibisin. Sanki sağa gitsen yaşayacaksın, sola gitsen öleceksin. Kendime geldiğimde en son hatırladığım şey ben silahın kabzesini tutacağımdı. Fakat beynim hükmetse de kolum hükmü yerine getiremiyor. Sol elimle diğer elime baktım ve dört parmağımın dördü de kolumun içerisine girdi ve kolum sallanıyordu. O an hala aklım silahta, hala çatışmanın peşindeyim.
“SADECE O DAYANILMAZ ACI BENİ UYANIK TUTTU”
Kalbe yakın olan yaralanan yerim kolum olunca her yerimden kan kaybediyorum. Çantama uzandım turnikemi aldım, kendi turnikemi kendim yaptım. Koluma en büyük zaiyatı kendim verdiğimden haberim yoktu. Ölüyorum, vücudumdaki kan kaybından dolayı her dakika ölüme yürüdüğümün farkındayım. Nefesim kesildi, ağzım kurumaya başladı, susamaya başladım canım çekiliyor ve uykum geliyor. Uyuduğum zaman şoka girip bir adım daha ölüme yaklaşacağını bildiğim için uyanık kalmam gerektiğini biliyordum. Sol elimle kalçamdaki yara yerini sıkıyorum, acı duyuyorum ama bu acılar benim uyanık kalmamı sağladı. Ta ki bölük komutanım ve silah arkadaşlarım gelip beni oradan kurtarana kadar.
Bizi Yalçınla beraber aldıklarında ambulansa götürdüler ve ben ilk ameliyatımı Hakkari Askeri Hastanesinde oldum. Müdahaleyi askeri doktorlar yaptı ve benim kolumu kurtaran orada bulunan askeri doktordu. Ardından Van Askeri, hastanesinde kontrolüm yapıldı ve akabinde Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisine naklim yapıldı.
“BABAM YABANCI NUMARALARDAN ÇOK KORKAR HİÇ HAYIRLI HABER ALMAMIŞTIR”
Üzerimde ne varsa kaybettim. Kimliğime varana kadar hepsi kaybolmuştu, sonradan hepsini buldum yanımdaki hemşireye ailemi arayacağımı söyledim ve hemşire emin olup olmadığımı sordu. Komutanlarımdan duyacaklarına benden duysunlar istedim. Babamı sabahın sekizinde aradım. Yine bir yabancı numara ve bu sefer ben arıyorum. Televizyon açık kalmış ve o uyuyakalmış. Baba dedim kalk elini yüzünü bir yıka. Haberleri izlerken Hakkari’de çatışma yaşandı ve iki yaralımız var diye anında medyaya düşmüş ama isimlerimiz düşmemiş. Herhalde içine doğsa gerek sabahı sabah etmiş ve uyuyamamış. Babam ben yabancı numaradan aradığımda bir afalladı. Baba dedim ben yaralandım ve bir daha kendine geldi. Bana nereden yaralandığımı sordu ben de söyledim. Kendisi de komando olarak görevini yaptığı için ben bunları söylediğimde oğlum benimle konuşan sen misin dedi. Bir daha sordu nereden yaralandın diye. Baba şu an Van’dayım GATA’ya naklim yapılacak dedim.
“YETİŞKİNSİN AMA SANKİ YENİ DOĞMUŞ ÇOCUK GİBİSİN”
İlk annemi babamı beni o halde gördüklerindeki bir evlat olarak, bir annenin babanın o kadar üzüldüğünü görmek yani evlada mı reva değil, yoksa bir anneye babaya mı reva değil onu adlandıramıyorum. Ama gerek evlat anne babanın o üzüntüsünü görmeyecek, ne de anne baba evladının acısını yaşamayacak. Gerçekten çok acınası ve üzülesi bir durum. Acizsin, anne ve babanın sana o bakışı, yetişkinsin ama sanki yeni doğmuş bir çocuğa bakar gibi bakıyorlar. Yerin dibine girseydim, onlara bu acıyı yaşatmasaydı diyor insan. Zira o esnada da yaralı bir gazi ben bu şekilde gazi oldum, anne babam bu kadar üzüldü şehit olsam acaba ne duruma gelirlerdi diye düşünüyor. Bir gazi içinde en acı durumlardan birisi bunu görebilmek ve düşünebilmek. Sıralı ameliyatlar oldum. Evime gittiğimde ben evime normal girecek gibiydim. Sakindim, tuhaf bir ruh hali içerisindeydim. Ama eve gittiğimde benim bütün sevdiğim insanlar oradaydı. Hatta şunu da söyleyeyim aramın kötü olduğu insanlar bile oradaydı ve o insanların yüzünde pişmanlık duygusu vardı. Kimisi benden helallik istiyordu, kimisi gelip sarılıyordu. Yaralandıktan sonra evlendim, ben evimi bir de evlenirken o kadar kalabalık gördüm. Bu bir insanın bir şekilde kendisini toparlayıp, kaldığı yerden devam etmesine veya sana olan sevginin, ilginin olmasını görmek bir insanı gerçekten çok mutlu ediyor. İlk aşama benim için buydu. 2010’da yaralandım, sene olmuş 2023. Hayatımın artık değişmeyen bir gerçeği oldu. En boş anımda, en aklıma gelmedik anda, en mutlu anımda beynime çivi çakılır gibi ben bu anlara geri dönüyorum. Ben gece yatarken çok yorgun kalkıyordum. Bir sabah kalktığımda ayak tırnaklarımın, dizimin, elimdeki boğumların yaralı olduğunu gördüm. Meğer duvara vurmuşum uykumda birileriyle mücadele ederken. Annem bunu da duymuş, bir gece kalkıp odamdan çıkmak istediğimde annemi odamın kapısının önünde kedi gibi yatarken gördüm. Yanıma gelmeyip bir ses duyarsam gireyim çocuğumun odasına diye annem kapımın dibinde beni dinliyordu. Korkmasın, kapı sesinden ürkmesin diye içeriye girmemiş. Annemi orada gördüğümde ne diyeceğimi de şaşırdım. Ne bir evladı yakışır bunu annesine yaşatmak, ne de bir anneye yakışır bunu yaşamak. Tedavimin bitmesinin ardından evlendim. Gazi olacağımı bilmeden yaralıyken evlendim. Eşim beni göreve devam edip etmeyeceğimi bilmiyordu, ben de bilmiyordum. Yapılan tedavilerin arkasından geriye dönebiliriz ya da emekliye de ayrılabiliriz. Eşimden Allah razı olsun, ben nereye gidersem benimle oraya geleceğini söyledi. Sadece beni sevip, bana güvenerek yanımda oldu. Resmen bir karambolde evlendi benimle. İlk miladım annemi odamın kapısında gördüğüm o ilk an oldu. İkinci miladım evliliğim oldu sorumluluk aldım. Üçüncü miladım ise ilk kızım Ayşe Azra oldu. Benim kendi isteğimle kendime geleceğim noktaya getiren kızım oldu. Onu kucağıma aldığımda bir bebeğin anneye babaya ihtiyacı vardır diye düşünürler ya hep, aslında benim ona ihtiyacım varmış. Ben bu sorumluluklarla ayakta kaldım.” diye ifade etti.